Maldivler – İbn Battuta’nın Adası
“Kusursuzluk karatını arttırmaya niyetli bir kent olarak Bersabea, bugün artık çirkin bir tutku olan boş küpünü doldurma işini bir erdem gibi görüyor; bilmiyor ki insanın alabildiğine gevşediği anlar, kendi kendinden ayrıldığı, düşmeye bıraktığı anlardır. Gene de kentin başucu noktasında, Bersabea’nın kullanılmayıp atılmış eşyalar hazinesinde saklı tüm o zenginlikle parıldayan bir gök cismi var: Patates kabukları, kırık şemsiyeler, eski çoraplar, parlayan cam kırıkları, kaybolmuş düğmeler, şekerleme kâğıtları, yerleri kaplayan tramvay biletleri, kesik tırnak ve nasırlar, yumurta kabuklarıyla kaplı, rüzgârda uçuşan bir gezegen. Gökyüzü kenti bu ve bu kentin semalarında ancak sıçarken hasis, hesapçı ve çıkarcı olmayan Bersabea sakinlerinin özgür ve mutlu olmayı başarabildikleri tek eylem sırasında, uzaya yolladıkları uzun kuyruklu kometler dolaşıyor”(Italo Calvino,Görünmez Kentler).
Nobel ödüllü Davranışsal ekonomist D. Kahneman insanların deneyim yerine hatırlamak için seyahat ettiklerini söyler. Hatırlanmayacak bir deneyimi kimsenin tercih etmediğini iletir. Instagram’ın başarılı olmasını, insanların paylaşımları potansiyel bir anı olarak görmesine bağlar…
Evliya Çelebi ise seyahat sebebini kutsal ve bilinçdışı bir sebebe dayandırır. Rüyasında Peygamberimizi(sav) gördüğünü ve ondan şefaat isteyeceği yerde seyahat istediğini yazar.
“Seyahat(Rihla), şehirlerin harikalarını ve seyahatin mucizelerini düşünenlere bir hediye”: İbn Battuta’nın meşhur seyahatlerini kaydettiği kitabının adı ise modern kültür için yazılmış bir reklam sloganı gibi. Marko Polo ile neredeyse çağdaş ama ondan daha fazla rotaya ulaşmış. Yetmişüçbin mil ve yirmidokuz yıl süren seyahatinin 9 aylık kısmını Maldivler’de geçirmiş. Bizim de yolumuz buraya düşünce merak edip güzergahına gıpta ile bakmadan edemedim…
Bahreyn aktarmalı uçuşumuz yaklaşık beş saat sürdü. Yolculuk beklediğimden rahattı. Aklımda, vikipedyayı ya da çeşitli tarihi kaynakları araştırma isteği uyandıracak bir yerler varken yolumuz Maldivler’e düşmüştü bile. Havalimanı küçük bir adaya inşa edilmiş. Başkent Male şehri hemen yan taraftaki başka bir adada. Gideceğimiz ada havalimanından iki buçuk kilometre uzaklıkta. Bizi alacak tekneyi beklerken etrafa göz atıyoruz. Deniz dalgaları sakince kıyıya vuruyor. Hava 25- 30 derece civarı ve biraz nemli.
Maldivler Hint okyanusunun ortasında ana karaya 800 km uzaklıkta 1200 ada grubundan oluşan bir ülke. Ulaştığımız ada 1970 li yıllara kadar kimselerin yaşamadığı bir yer olan Kurumba adası.Birkaç hippi İtalyan, zamanın ruhunun verdiği motivasyon ile buraya gelir ve Robinson Crusoe hikayesindeki gibi bir hayatı bu adada yaşamak isterler. Ada, çok geçmeden turistik bir yere dönüşür. Maldivler’in ilk turistik adası olur ve diğerleri de bu adayı takip eder. Koyu mavi okyanusun ortasında adanın etrafındaki turkuaz renkli lagünler inci gibi parıldıyor. Kum, okyanus dalgalarının eleğinden geçmiş, un kadar yumuşak.Hiçbir deniz bu kadar iyi huylu görünmemişti bana. Adanın etrafı mercan kayaları dolu. Deniz yüzeyindeyken, dalış yapmadan bile mercanlardaki renkli hayat seçilebiliyor. Bu sebeple kaplumbağalar, köpek balıkları sahile çok yakın yaşıyorlar. Dünyadaki sayılı dalış güzergahlarından birisiymiş. Adada otel dışında başka bir yerleşim yeri bulunmuyor. İnce bir yol adanın çevresini sahil boyunca dolaşıyor. Yolun kenarına dizili manolya ağaçları, çiçeklerinin kokusuyla misafirleri karşılıyor. Begonviller, orkideler, ateş ağaçları ve palmiyeler de epey yaygın ancak manolya çiçeklerinin kokusu diğerlerini gölgede bırakıyor. Akşam üzeri daha güneş batmadan yarasalar uyanıp daldan dala uçuyorlar. Buradakiler, gördüğüm yarasalardan biraz daha irice. Yürüyüş yolu üzerinde sıklıkla yeşil renkli büyük kertenkeleleri görüyoruz. Geçenlere şaşkınca bakıp ortadan kayboluyorlar. Adadaki her yer yürüme mesafesinde.
Adaların ancak birkaç yüz tanesinde insanlar yaşıyor. 2500 yıl önce ilk yerleşim Male şehrine kurulmuş. Okyanusun ortasında olsa da deniz ticaret yolunun üzerinde sayılır. Gezginler için güzel bir durak olmuş yıllarca. 10. yüzyılda Arap ve Fars tüccarlarının adalara yolu düşmüş. Müslüman bir ülke olan Maldivler, İslamı Somalili denizciler vasıtası ile 12.yüzyılda tanımışlar(Somali ile Maldivler arası 3000 km!). Meşhur Mağribli seyyah İbn Battuta da Maldivler’i ziyaret edenlerden birisi.
Şehir merkezi çok küçük. Dünyanın nüfus yoğunluğu en yüksek şehirlerindenmiş. Yürüyerek yarım saatte bitiyor. Adalardan kente göç son yıllarda epey artmış. Küçük adalardaki insanlar şehir hayatını tercih eder olmuşlar, kalanlar çoğunlukla yaşlı insanlarmış. Şehre göç edenler evlerini Airbnb gibi sitelerle ziyaretçilere kiralıyorlarmış. Göç, şehir merkezinde konut sorunu oluşturmuş. Hükümet küçük adalardan şehre göç edenler için sosyal konut inşa etmeye başlamış . Böylece, yukarıdaki resimde , bizdeki Toki konutlarını andıran binalar küçücük adada yükselmiş... Halihazırda bazı lagünler doldurulup konut inşa ediliyormuş.
Okyanusun ortasında böyle bir yerin olması mucizevi geliyor insana. Hem yerin üstü hem de altı müthiş bir bereket ve canlılık dolu. İnsanların binlerce yıl önce gelip yaşamaya başlaması , Afrika’dan denizcilerin Male halkı ile ,Avrupalılardan beş asır önce tanışması ise ayrıca hayret verici.
İbn Battuta Çin’e uğramadan önce Maldivler’e demirlemiş. Daha doğrusu , Hindistan sultanı Muhammet Tuğluk Han, Çin’e hükmeden Moğol hükümdarına hediyeler göndermek için onu elçi tayin etmiş. İbn Battuta’nın komutasına verdiği köleler, altın, ve cins at dolu gemi Kalküta yakınlarında okyanusa açılamadan fırtınaya teslim olup batmış. Emaneti koruyamamanın verdiği korku ve pişmanlık ile Hanın yanına dönmek yerine güvenli bir liman olan Maldivler’e sığınmış. Henüz Budizm’den İslam’a dönmüş Male hükümdarı, Kuran-ı Kerim ve Arapça’yı iyi bildiği ve belki de tecrübesine güvenerek İbn Battuta’ya baş kadılık unvanını vermiş. İbn Battuta’nın koyduğu sıkı kurallar yerel halkta biraz rahatsızlık uyandırınca , görevi bırakıp Sri Lanka’ya oradan da Çin’e doğru yoluna devam etmiş… Dokuz aylık zamana anlatmaya değer bir hayat sığdırabilen seyyah, Attilâ İlhan’ın Kaptan şiirindeki şu mısraları anımsattı;
“… yapraklara serilmiş yirmi beş franklık yıldızlar
bir mısra yeter geceleyin bir tren gibi pırıl pırıl
sen kendine yetmiyorsun hiç kimse sana yetmiyor
birini bitirmeden aklın öteki yolculukta…”
İbn Battuta’nın ya da Evliya Çelebi’nin seyahatleri şimdinin seyahatleriyle karşılaştırabilir mi emin değilim…Artık çoğumuz İbn Battuta gibi yollara düşmüş haldeyiz. Ancak, vardığımız yerde hikayelerimizi dinlemeyi bekleyen krallar, bizleri hediyelerle karşılayan halk veya aldığımız hediyeleri çalan haydutlar yok…Bunun yerine, gidiş ve dönüşü belirlenmiş uçak biletleri, giriş vizeleri, büyük bir kesinlik içinde planlanmış tur paketleri ve sanal krallıklarımız var…