El Husni
Yaşlı adam bu uçsuz denizde ne kadar yalnız olduğunu düşündü . Fakat yine de suyun karanlık derinliklerinde ışığın kırılması ile oluşan prizmaları , gittikçe genişleyen çizgileri ve tuhaf bir şekilde dalgalanan sakinliği görebiliyordu .Göğe bakınca , alize rüzgarlarını getirecek bulutların oluşumunu, su ve gökyüzü arasında devinerek uçan yaban ördeği sürüsünü gördü. Denizin ortasında bile kimsenin yalnız olmadığının farkındaydı(E. Hemingway, Yaşlı Adam ve Deniz ).
Hikayelerini değiştirebileceği için daha fazla bilgi istemediler (Daniel Kahneman , Hızlı ve Yavaş Düşünme).
…Daha sonra bir tilki Enlil’e, Enki’yi iyileştirmesi için Ninursag’ı geri getirmeyi teklif eder. Bunun karşılığında Enlil kendi şehrinde tilki için iki huş ağacı dikeceğine ve ona ün vereceğine söz verir.Tilki Ninhursag’ı geri getirmeyi başarır ve ardından Ninursag , Enki’yi iyileştirerek onun hasta vücut kısımlarından sekiz küçük tanrı doğurur…(Sümer Efsanesi)
Aylardan Ağustos’tu. Havaalanına doğru yola koyuldular . Gece yarısı kalkacak uçağa yetişeceklerdi. Neon ışıklar ve sokak lambaları geriye doğru hızla kayboluyordu. Şehirden uzaklaştıktan sonra yol çölü yararak biraz daha ilerleyecekti. Araçların uzun farları bir yanıp bir sönüyordu gecenin karanlığında. O esnada bir kızıl tilkinin geçen araçları seyrettiğini gördü. Yol kenarındaki ışıklardan ve araç farlarından silüeti seçilebiliyordu. Görür görmez bundan otuz yıl öncesinin hatıralarına gitti zihni. Çocukken merakla yüzünü cama yaslayıp kapkara duman bulutlarını yararak geçtikleri güne… Belki de o an burası yeryüzünün en sıcak yeriydi. Güneş en parlak , göz kamaştırıcı ışıklarını çölün , kum tepelerinin ve seyrek de olsa yeşermiş ancak o an yanık bitkilerin olduğu noktaya doğrultuyordu.
Ama o gün bir istisna vardı . Gök simsiyah bir bulutla kaplıydı. Ne gece ne gündüz ayırt edilebiliyordu . Koyu kahverengi bir renge bürünmüştü gündüzler. Gece vakti ise zifiri karanlığa gömülüyordu her yer. Günlerdir güneşi görememişlerdi. Turuncu ve kahverengi tüylü ,uzun kuyruğu uzaktan bakınca nemden bulanık bir şekilde görünen El husni yani kızıl tilki ile ilk kez karşılaşmıştı o gün. El husni telaşla geçen araçlara bakıyordu yine. Oysa bu sıcakta çölün altına kazdığı yuvasında akşamı beklemeliydi. Belli ki bu sahte karanlık onu da aldatmıştı. Veyahut yakılan petrol kuyularının kokusu onu da rahatsız etmiş kaçacak yer arıyordu. Otoyolun kenarında hafifçe tümsek bir noktadan geçen arabaları izliyor , uzun kulakları nemli havada buharlaşıyordu sanki. Sağa sola doğru salınarak bir geçiş noktası arıyordu belki de. Birkaç saniye sonra yanlış yerde olduğunu kavradı . Kafilenin seyrettiği yolu kesecek şekilde geriye doğru döndü. El Hüsni de olsa , kızıl tilki de olsa onu gören yolcuya uğur getirdiğini biliyordu. O an bu bilgi, onun için bilmekten çok büyük bir umuda, inanışa dönüşmüştü. Yüzlerce metreyi bulan araç kuyruğu , yanan petrol ve enkazın arasından bu uğura inanırcasına hem yangını hem de Ağustos sıcağını geçip uzaklaşmıştı böylece. Geride simsiyah gökyüzü ve telaşla yuvasına dönen El Husni kalmıştı…